Upuzuuuun bir zamandır yoktum buralarda. Neden derseniz, çok
meşgul falan değildim. Tamam, başımda epey sorumluluk var ama hala dizi
izleyebiliyorsam bloğa neden giremeyeyim ki? Çünkü bilgisayar annem ve
kardeşimin tekelindeydi! Hatta sırf bu satırları yazabilmek için sabah
namazından sonra uyumadım…
Peki onca zamandır neler yapıyorum? Unuttum… Aslında buraya
gelmeden önce aklımda anlatacak çok şey vardı ama çoğunu unutuvermişim.
Hatırladıklarımdan başlayacak olursak… Alan seçimlerimi
yaptım! Bazılarınız biliyordur, lise ikideyim, seneye alanlara ayrılıyorum.
Seneye alanlara ayrılıyorum? Mitoz bölünmeyle çoğalıp her bir parçamı farklı
alana gönderiyorum arkadaşlar, cümlemden ulaşabildiğim sonuç bu. Tam ben
cümleyi sorgularken arkadan MFÖ, Ali Desidero çalıyordu, tam da şu sözler: “İlginç
bir psikoloji, bir felsefe; idiotloji!” Durumumu açıklamaya yeter sanırım…
Peki ya ben ne seçtim? Dil bölümü! Seneyi iple çekiyorum
zira bu sene sadece haftada iki saat İngilizce dersim var, yazık bana…
Dün arkadaşımla Beyazıt Kütüphanesi’ne gittik, ilk gidişimdi
ve kütüphaneci olmaya karar verdim. Harika bir yerdi!
Ama önce giderken yaptığım bir delilikten
bahsetmek istiyorum. Marmaray’dan çıkışta, upuzun ve sonu gözükmeyen yürüyen
merdivenler var, yukarıya doğru çıkıyor. Peki ben ne yaptım? Yürümeyen merdivenleri
kullandım.(Yine aynısını dediler: “İlginç bir psikoloji, bir felsefe;
idiotloji!”) Ama bir sorun nasıl… Beni durdurmaya çalışan arkadaşımı
dinlemeyip, hem yarış yaparım yürüyen merdivenle diyerek koşar adım çıkıyordum
başta. Sonra yavaş yavaş yürümeye döndü. Yarısında falan bacaklarım ağırlaşmış,
soluğum tıkanmıştı. Başta hangi akla hizmet koşup nefesimi tükettiysem... Bir
süre sonra çölde su arayan insanlar gibi(ben filmlerin yalancısıyım) neredeyse
sürünerek çıkmaya başladım. Yukarı çıkabilmeyi başardığımda ölmüş, bitmiş,
tükenmiş haldeydim ama oturacak bir yer bulabilmek için önce o upuzun
merdivenlerden birkaç tane daha çıkmam, tabii ki bu sefer ben değil merdiven
yürüdü, Cağaloğlu yokuşunu tırmanmam gerekti. Yine olsa yine yapar mıyım? Bu
sefer nefesimi düzgün kullanıp kendimi yormamak kaydıyla evet!
Sonra Beyazıt Kütüphanesi’ne geldik. Kütüphanenin içinde
kitap taraması yapılan bilgisayarlar var. Biz iki arkadaş masum masum o
bilgisayarların yanına gittik ama dokunmatik olduklarını öğrenene kadar epey
ter döktük… İnsan bir açıklama falan koyar yahu, kaç saat uğraştık!
Kütüphaneye arkadaşımın ödev araştırması için gitmiştik ve
ben onu beklerken oturup çok merak ettiğim bir çocuk kitabını okudum,
harikaydı! Herkes sessizce çalışırken benim arada ses çıkarmamaya çalışarak
gülmem de harikaydı tabii.
Aklıma anlatacak hiçbir şey gelmiyor buraya yazmadığım
sürece yaptıklarımla alakalı… Hafızam güncellenmiş ve her şey gitmiş gibi hissediyorum. Bu da burada bitsin o zaman.
Selametle…