16 Eylül 2016 Cuma

Bi' Film: Cennetin Rengi

   Bir İran filmi tanıtmak istiyorum bugün. İçindeki ufak ayrıntılarla sevdiğim bir film. İsmi ‘Cennetin Rengi’, Muhammed’in hikâyesini anlatıyor.


   
   Muhammed âmâ ve Tahran’da bir görme engelliler okuluna gidiyor. Okul yatılı, Muhammed bir senedir ailesinden uzak ve o gün, sonunda üç aylık yaz tatiline çıkacaklar. Film de burada başlıyor. Babası, bir yük olarak gördüğü Muhammed’i almak için epey geç kalıyor, okula vardığında onu tatilde de orada bırakmak istiyor ve bunun mümkün olmadığına ikna olunca, Muhammed’i de yanında götürmek zorunda olduğunu kabulleniyor, birlikte köylerine doğru yola çıkıyorlar. Köyde onları bekleyenler Muhammed’i çok seven ninesi ve iki kız kardeşi.
   
   Muhammed’i canlandıran oyuncu, Mohsen Ramezani’nin gerçek hayatta da âmâ olduğunu öğrendim. İzlediklerimiz rol icabı değil, bir yaşanmışlığı perdeye yansıtmış adeta.
   
   Filmdeki ufak ve insanın içini ısıtan birkaç sahneden bahsetmek istiyorum, olabildiğince spoiler vermemeye çalışacağım.
   


   Çocukların tebessümleri cidden çok içten ve sevimliydi. Onlar güldükçe ben de güldüm diyebilirim.
^^^
   Kuşları, suyu, bitkileri, kısaca tüm doğayı dinleyerek ne dediklerini anlamaya çalıştı hep Muhammed, bir insanın en iyi kalbiyle gördüğünün en güzel temsilcilerindendi.
^^^
   Muhammed'in tren penceresinden kolunu çıkarıp rüzgârı yakalamaya çalışması harikaydı.
^^^
   Başta da dediğim gibi içindeki ufak ayrıntılarla sevdim ben bu filmi, ama en güzellerinden biri de aşağıdaki diyalogdu.
“Ellerin niye bu kadar beyaz nine?” diye sorar Muhammed. Ninesi “Öyle olduğunu kim söylüyor?” dediğinde “Kendim anladım.” der. “Ellerin bembeyaz.” “Ömrüm boyunca tarlada çalıştığım için kapkara ve nasırlılar.” Diye itiraz eder ninesi, ama Muhammed düşüncesinde ısrarlıdır: “Hayır, ellerin yumuşacık ve güzel.”
   
   Çok güzel bir çekim kalitesi falan sunmuyorum size, içten bir film bu. Tamamen hayatın içinden alınmış bir parça gibi. Belki de bu yüzden çocukların tebessümleri bu kadar samimiydi.
  
   Selametle…


   
Share:

15 Eylül 2016 Perşembe

Bir Lunapark ve Nedensiz Kahkahalar

   Bostancı lunaparkına gittik bugün. Aslında mantıken dün oluyor. Saat 12’yi geçti; arabanın bal kabağına dönüştüğü, bayramlık kıyafetlerimin yerini pijamalara bıraktığı vakitteyiz.

Emin olduğum bir şey varsa o da kesinlikle böyle güzel ve fotojenik görünmemiş olmamız. Kaynak.
   Hayatımda ilk kez 360’a bindim. Aslında adı ‘rock'n roll’ gibi bir şeydi, gözlüğümü çıkarmış olduğumdan tam göremedim zira göz numaram 4.75 - 5.50. Lakin işlevler aynı. Sırada beklerken bile kaçasım geldi ama dışarıdan bakınca olduğundan daha göz korkutucu görünüyormuş. Yukarıdan bakınca nasıl gözüktüğünü söyleyemiyorum çünkü havada ters döndüğümüz o anlarda gözlerim kapalıydı, çok az bir süre açtım sadece. Ama yine de fazla tepki vermedim. Hatta içimde çığlık atmak gibi bir dürtü bile oluşmadı, hala kendime inanamadığım doğrudur. Tek yaptığım şey 32 diş gülmekti. Ben fazla gülünce kendimi durduramayıp gülmekten katılmaya başlıyorum ve nefes almakta güçlük çekiyorum. Bir ara havada bir başıma kalp krizinden falan değil de gülmekten ölürsem ne olur diye düşünmedim değil, Allah korusun.



   Sonra tam anlamıyla fıldır fıldır dönen bir şeye bindik. Gerçekten onu en iyi tanımlayan kelime, ya da kelime grubu fıldır fıldır. Görünüş itibariyle çocuk oyuncaklarına benzese de, oradan oraya savrulan bir arabanın içinde deli gibi bir hızla dakikalarca dönmek kesinlikle cesaret gerektiriyor. Ama ben kendime bile açıklayamadığım bir nedenden ötürü buna bindiğim sürece de güldüm. Ablamın dediğine göre başım dönmenin etkisiyle öne arkaya sallanıp duruyormuş ve ben manyakça sırıtıyormuşum. Heyecanlanınca güldüğümü biliyorum, gereğinden fazla gülüp bir türlü konuşmaya başlayamadığımı da. Hatta epey dalga konusu olmuştur bu özelliğim. Ama burada da gülmek… Kendimi ne kadar az tanıdığımı bir kez daha fark ettim.

   En eğlenceli anlar ise hız treninde yaşandı. 9.5(yaşı konusunda epey hassas) yaşındaki kardeşim, sıranın bize gelmesini beklerken bunun ne kadar yavaş ve bebek oyuncağı olduğu hakkında epey uzun bir nutuk çekti bize. Sonra trene bindik, yavaş yavaş hızlanmaya başlamıştı ki kardeşimin çığlıkları ortalığı inletti, durana kadar da susmadı. Cahil cesareti dedikleri tam olarak böyle bir şey oluyormuş…


   Bu da böyle bir bayram günü, benim için bol kahkaha ve sırıtmalı bir gün daha. Size Ayna Grubu’nun ‘Bostancı Durağı’ şarkısını önererek gidiyorum. Selametle…
Share:

13 Eylül 2016 Salı

Pamuğa Ekilen Fasulye Falan Filan

   Merhabalar efenim. Önce bu bloğun kuruluş nedeninden bahsetmek istiyorum.
   Aslında bir bloğum var idi, yaklaşık iki yıl önce kurduğum. Uzun süre boyunca onu kullandım da. Ama geçen senenin ortalarından itibaren zaten hiçbir zaman düzenli olarak kullanmamış olduğum bloğa yazmayı tamamen bıraktım. Kendime dersleri, olmayan zamanımı bahane göstermiş olsam da biliyorum ki bunun tek nedeni benim iradesizliğimdi. Zira maymun iştahlılık diye mi tarif edilir? Her şeye atlayıp hepsini yarım bırakmak... O şey vardı bende kesinlikle(hala var). Başladığım işi hiçbir zaman devam ettirmeme, her şeyi yarım bırakma, kendi kendime koyduğum kuralları çiğneme ve yaptığım planlara asla uymama. Ama aynı zamanda bloğa olan bir bağlılığım da var ki hem üşenip hem yazmayı özlüyorum. Öyle karışık bir durum işte.
   Bu nedenle, iradesizliğimi yavaş yavaş yenmeye başladığım bu dönemde bloğa devam etme kararı aldım. Ama kaderi yine eskisine benzemesin diye o blogdan aynen devam etmek yerine bambaşka bir blog, bambaşka bir isim ve İnşallah daha iradeli bir ben ile. O halde kendime hayırlı olsun.
   Bu arada kendimi de tanıtmam gerekiyor tabii ki. Bana kısaca fasulye diyebilirsiniz. Çünkü babamın bir pamuğa fasulye ekmesinin ardından, fasulye yerine ben fırlamışım pamuktan. Ve bunu yeni öğrendim inanabiliyor musunuz? Hayatımın 14 yılı tam olarak ne olduğumu bilmeden geçti. Gerçi son iki yılda normal olmadığımdan şüphelenmeye başlamıştım ama bu kadarını da tahmin etmemiştim doğrusu. Basbayağı fasulyeymişim yahu! Bunun dışında, fazla da bir şey söylemeye gerek yok bence hakkımda. Kafadan çatlak bir fasulye işte.
   O halde şu an ikinci gününde olduğumuz Kurban bayramınızı kutluyor, kendime nice bloglu yıllara diyorum.

   Jack’in fasulye sırığı kadar uzun ve güzel bir blog olması temennilerimle, ilk postum hayırlı olsun.

Selametle!

Share:
Bu bloğun tüm hakları pamuğa ekilmiş bir fasulye tohumunun içinde saklıdır. Blogger tarafından desteklenmektedir.